RSS

Archives Mensuelles: janvier 2010

EŞİK

EŞİK


Bu yekpâre akış, durgun, derinden...
Her aynada yalnız kendi görünen
Bu yüz ve şifasız hüznü eşyanın
Kendi cevherinde mahpus bir ânın
Dağıttığı dünya hep yaprak yaprak,
Dalgın, unutulmuş sesleri uzak
Bir uykudan bana tekrar dönenler,
İçimde, dışımda hep aynı çember!
Bin elmas parıltı oyun ve halka
Küçük ve hiç değişmez dalgalarla
Bende bana meçhul akşamlar yoklar!
Gülen ve gömülen gölge ufuklar
Acayip davetlerin rüzgârında
Her lâhza yine kendi sularında!...

Uzakta, aya çok yakın bir yerde,
Çılgın ve muhteşem harabelerde,
Büyük sükûtların fırtınası var.
Mermer duvarlarda kırılmış sazlar,
Çok genç uçuşunda ve hangi haşin
Yıldıza gülerek çarptığı için
Alnında bir siyah nokta geceden
Kovulanlar ışık bahçelerinden,
Bütün ayrılıklar hepsi orada
Bu çıplak, ümitsiz  ve saf duada.
Ve bir kadın beyaz, sakin, büyülü
Göğsünde kanıyan bir zaman gülü
Mahzun bakışlarla dinler derinde
Olup olmamanın eşiklerinde.

Garip telâşını, binlerce fecrin
Ocağında nezir güvercinlerin
Hülyâm o kıvılcım ve kül yağmuru
Çırpınır bu beyaz mahşere doğru!
Ey hiç şaşmayan göz, büyük atmaca
Gölgesi güneşin üstünde uçan
Dişi kuyruğunda ebedî yılan,
Ve üstüste rüyâ!
		Bir ses yavaşça,
Bir ses, bin uykudan mahmur ve zengin
Zümrüt usaresi maviliklerin
Suların üstünde arar kendini
Yoklar, ömrün bütün sahillerini
Çizgiler silinir, ufuk bir beyaz
Çin kâsesi olur, toprak, yosun, saz
Hep birden tutuşur, nârin kemerler
Alevden sütunlar, altın, mücevher,
Ah bu çılgın yağma...Orman çatırdar
Ve çıplak aynası ufkun tekrarlar
Büyük masalını aydınlıkların.

Elele bir oyun bugün ve yarın
Bütün pınarlara koştum cevap yok
Tekrar bana döndü her attığım ok
Her çığlık önümde tutuştu, yandı
Tahtayı kurt oydu, taş yosunlandı,
Yabanî otlarla örtüldü duvar...
İlhamlı çehresi hilkatin sular
Kaç kere değişti önümde böyle,
Birbiri ardınca gün ve mevsimle...
Ve kaç kere bahar güldü derinde
Güllerin kanıyan bekâretinde
Taze gülüşüyle toprağın suyun...
Tılsımlı kadehi her susuzluğun
Ey şafaktan, sırdan, arzudan hayâl
Yıldızların bize ördüğü masal
Kaç kere yarattım tenhada seni
Beyaz kollarını, sıcak buseni...
Bakışın, gülüşün, neş'en ve hüznün
Ay altında bir gül nağmesi yüzün...

Evet çok bekledim, kaç kere hazan,
Dinç atlar koşturdu boş ufuklardan
Yeleler alevli, ağız köpüklü,
Bulutlar bir kanlı hiddetle yüklü
Geçtikçe batıya doğru önümden
Zâlim ümitlerle ürperirdim ben,
Duyardım her an uzlette bir yeni
Âlemin yıkılıp devrildiğini
Çılgın mahşerinde ses ve renklerin...
Benden sor sırrını mesafelerin
Benden sor ve benden dinle akşamı...
Rabbim bu sonsuzluk ve onun tadı...

Bir ses yavaşça der, bırak yalvarsın,
Hayat bu kapıda...ne çıkar varsın,
Nakışlar gülmesin beyaz taşında
Ölüme benzeyen bu susuzluğun
Çağlayan hayâller yeter başında...
Bir fikir, bir şekil dalında olgun
Bu ağır sallanan hazan meyvası,
Gurbet, mendillerin çırpınan yası,
Yüzler ki bir uzak müjdeye benzer,
Her türlü ışığa kapanmış gözler,
Her şey, hepsi, gülen, susan, kamaşan
Rengiyle toplanır bende ve akşam
Rüzgârla tarümar, mevsimle sarhoş
Gelir ta kalbimde düğümlenir...
			-Boş...
Boş ve ümitsizdir akşamın hüznü
Bu tenha çeşmede bir an yüzünü
Seyredenler altın sazlar içinde
Ruh muammasının ürperişinde
Kaybolmuş sanırlar kendilerini...
Bırak bu tesadüf bahçelerini...
Hakikat çok uzak, karanlık, derin
Bir dille konuşur, büyük köklerin
Toprakla ezelden karışmış dili!
Geceyle ölümdür asıl sevgili
Bu ikiz aynada toplanır yollar
Karanlık yaratır, ölüm tamamlar.
Kaçalım seninle biz de geceye
Ölümün kardeşi saf düşünceye...
Yeter büyüsüne aldandığımız
Güneşin...biraz da yalnızlığımız
Kendi aynasında gülsün, gerinsin
Güvercin topuklu sükût gezinsin.







Ahmet Hamdi TANPINAR
 
Poster un commentaire

Publié par le janvier 11, 2010 dans News

 

Étiquettes : , , ,

amour EST exil

 
Poster un commentaire

Publié par le janvier 11, 2010 dans Manifestations culturelles

 

Étiquettes : , , , , , , , , , , , ,

Mésogeios

MESOGEIOS

Méditerranée

36 (2010)

Deniz Vardar

(Sous la Direction)

Hommage à Semih Vaner

Réflexions autour de la Turquie

Sommaire
Deniz Vardar, présentation 9
Faruk Bilici, Semih Vaner et ses recherches sur les partis politiques 17
Cengiz Cagla, La perception turque de la démocratie: une critique tocqvillienne 27
Deniz Vardar, Le populisme, un concept pluriel et persistant? Un essai d’analyse appliquée à la Turquie républicaine  41
E. Fuat Keyman, “Kurdish Question” in Turkey and a chance of democratic solution 65
Deniz Akagül, Europe(s) face à l’adhésion turque : des intérêts vers la passion 91
Hamit Bozarslan, Discuter de la Turquie, de l’Europe et de l’incertitude 111
Marilena Koppa, La perspective européenne de la Turquie et le Parlement européen 125
Samim Akgönül, Les Turcs et les Grecs, pérégrinations entre Eris et Eros 137
Jean Marcou, Les relations turco-arabes: nouvelle donne ou poursuite d’un scénario ancien 149
Gilles Bertrand, Un Arc conflictuel ? Réflexions sur quelques conflits, de la Bosnie au Cachemire 165
Jean-Paul Burdy, La religion à l’école : des « devoirs envers Dieu » à « l’enseignement du fait religieux » dans la République laïque (France, 1882-2009) 177
 
Poster un commentaire

Publié par le janvier 11, 2010 dans Nouvelles Publications

 

Étiquettes : , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

péril jeune

JEUNES ORIGINAIRES DE TURQUIE
Entre l’école et la communauté

Mahir Konuk

La présence de l’immigration provenant de Turquie, massifiée à partir des années 70, nous apprend beaucoup sur la société française en crise. En étudiant les parcours biographique d’une quarantaine de jeunes turques qui ont réussi à atteindre un niveau d’études supérieures, l’auteur s’interroge sur les dimensions spatio-temporelles multiples de cette crise, à savoir la communauté, la famille, l’école et la société ambiante.

ISBN : 978-2-296-10808-0 • janvier 2009 • 236 pages

 
Poster un commentaire

Publié par le janvier 11, 2010 dans Nouvelles Publications

 

Étiquettes : , , , , , ,

Vivons

 
Poster un commentaire

Publié par le janvier 10, 2010 dans Manifestations culturelles

 

Étiquettes : , , , , , , , , , , , , , , ,

Uyur idik uyandirdilar

 
Poster un commentaire

Publié par le janvier 10, 2010 dans Manifestations scientifiques

 

Étiquettes : , , , , , , ,

Affairs

 
Poster un commentaire

Publié par le janvier 10, 2010 dans Nouvelles Publications

 

Étiquettes : , , , , , ,

Diversion

La diversité de la société française dans le media

 avec

Isabelle Rigoni

Chef d’équipe Minoritymedia, MIGRENTER

Mercredi, 13 Janvier 2010

19h00-20h30

 Lieu :

Plateforme de Paris

22, Rue de Turin

75008 Paris

 
Poster un commentaire

Publié par le janvier 10, 2010 dans Manifestations scientifiques

 

Étiquettes : , , ,

Umut

Yeni yıl, tazelenemeyen umut

Samim Akgönül

BBC 09.01.2010

Strasbourg, Fransa

Genelde Noel ve Yeni Yıl dönemi daha bir umutlu geçer Fransa’da, bir senenin yorgunluğu, hayal kırıklıkları, üzüntüleri, sıkıntıları geride bırakılır bu peri masalı gibi iki hafta boyunca.

Yıl zor geçebilir

Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy

 

Korkular, endişeler yerlerini umuda, sevince, neşe’ye bırakırlar. Bunun bir hayal ürünü olduğu bilinse de, yeni sene yeni bir başlangıç olarak kabul edilir.

Daha net söylemek gerekirse yeni seneye bir şans verilir, daha başlamadan kutlanır ki iyi geçsin. Bir ümitle görevine yeni başlayan başkanlara Nobel Barış ödülü verilmesi gibi.

Bu sene nedense biraz farklı, Fransa 2010’a, diğer senelere nazaran daha bir karamsar, daha bir öfkeli, daha bir somurtkan giriyor gibi geldi bana.

Sanki umutların boşa çıkacağı önceden biliniyor gibi. Kamuoyu, basın, sokaktaki adam, öğrencilerim, meslektaşlarım, hepsinde bir takım gri bulutlar, hoşnutsuzluk.

Krizin kasveti

Bu atmosferin birbiriyle geçişli iki nedeni olduğu düşünülebilir. Bunlardan birincisi, elbette ekonomik kriz.

Teğet falan geçmedi Fransa’ya. Herhangi bir yere teğet geçtiği de söylenemez zaten.

Elbette kamu borçlanmasını katlayarak ve dolayısıyla iç borcu sonsuz derinleştirerek, halkın parasıyla bankalar batmaktan görece kurtarıldı.

Ancak bunun bile Fransız kamuoyunun psikolojisinde ters teptiğini söylemek mümkün.

Zira halkın kesesinden kesilen paralar sayesinde küresel ekonomiyi buhrana sürükleyenler, bankacılar, borsacılar, brokerlar, traderlar cezalandırılacaklarına ödüllendirildi.

Ekonominin yeniden canlanması önemli bir hedef

Alışveriş yapan Fransızlar

En azından emekçi sınıfta böyle bir algılama doğdu. Haksız da sayılmazlar.

Kriz işsizliği dopingledi, işyeri kapanma rakamları tavan yaptı.

Biliyorsunuz Fransa’da işsizlik istatistikleri UMP iktidarından beri hileli. Uzun süredir işsizlik maaşı alanların maaşı yavaş yavaş kesilmekle kalmıyor, işsizlik istatistiklerinden çıkarılıp apayrı bir gruba RSA denilen (Aktif Dayanışma Geliri) kategoriye katılıyorlar.

Bakmayın siz resmî rakamın %8’ler civarında olduğuna. Kaldı ki çalışanların alım gücü de sabit. Hatta düşüyor. En azından sokaktaki adam yaşam şartlarının gittikçe güçleştiğini fark etmekte.

Kimdik?

Elbette, ekonomik ve toplumsal sorunları olan Ulus-Devletlerin sarıldıkları bol dikenli bir dal var Fransa’da da: kimlik.

Kimlik sorunları her zaman iktidarın elinde ideal bir örtü oluşturmuştur. Ne zaman gerçek, gelir dağılımı, refah, insan hakları, eşitlik gibi konularda yapısal dengesizlikler kendini hissettirmeye başlasa, egemenler, ya da Devlet, ya da ikisi birden, bu kimlik konusunu ısıtıp ısıtıp atarlar kamuoyunun önüne.

Kimliğine odaklananlar kural olarak kavgaya tutuşurlar, gerilirler. Çünkü ben kimim sorusunun net ve sabit bir cevabı olmamasından öte, biz kimiz sorusu her yerde doğası gereği cevapsızdır.

Toplumlar, biz kimiz sorusunu sormaya başladıkları zaman, başka bir şey düşünemez olurlar, gerçek sorunlara sağlıklı odaklanamazlar.

Bilmem başka bir ülkeyi hatırlatıyor mu bunlar size.

Bu kural Fransa’da da bozulmadı. Son zamanlarda bir Ulusal Kimlik tartışması yaratıldı Fransa’da.

Tamamen sunî, tamamen yukarıdan inme, tamamen riyakâr bir tartışma oldu bu.

Fransız olmanın tanımı nasıl yapılmalı?

Fransız göçmen

Amaç hedef göstermekti: Ekonomik krizin sebeplerinden biri ülkedeki yabancı kökenliler, dolayısıyla bu insanlar ekonomik refahımızı tehlikeye sokmakla yetinmiyorlar bir de ulusal kimliğimizi tehdit ediyorlar.

Zaten Nicolas Sarkozy’nin güdümünde tartışmayı « başlatan » bakanlığın isminden belli « Göç, Ulusal Kimlik ve Dayanışmalı Gelişme » bakanlığı.

Böylece göç ile ulusal kimlik arasında bir bağ kurulmakta. Bakanlık neresiyle dayanışma içerisinde o da belli değil.

Bugün Fransa’daki izlenim bu tartışmanın büyük bir fiyasko ile sonuçlandığı (daha doğrusu sonuçlandırılmadığı) konusu.

Zaten hükümet de bunu anlamış ki tartışma hakkında hiç tartışılmıyor artık. Herkes sus pus.

Bakan son açıklamasında tartışma için açılan İnternet sitesine gelen binlerce mesajdan « sadece » %25’inin ırkçı düşünceler içerdiğini bildirdi. Bir araştırma şirketine anket yaptırmışlar. Sadece %25!

Fransa’daki son gelişme bu bakanlığın kapatılması için açılmış bir imza kampanyası. Bakanlık mutlaka bir gün kapatılacaktır, saklanmak istenen konular azalınca, ekonomi düze çıkınca, günah keçilerine daha az ihtiyaç duyulunca.

Yeni Yıl yeni gelişmelere gebedir muhakkak. Herkesin umudu Fransa’nın Fransa’yı Fransa yapan geleneksel değerlerine tekrar sarılması.

Resmi binaların tümünün duvarlarını süsleyen Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik, mottosunun slogandan öteye geçip tekrar sıkı sıkıya bağlı olunan değerler haline gelmesi.

 
Poster un commentaire

Publié par le janvier 8, 2010 dans News

 

Étiquettes : , , , , , , ,

Yeni yıl dileği

Yeni yıl dileği

Samim Akgönül

Radikal 2

03/01/2010

Türk, Kürt, Ermeni, Rum, Yahudi, kadın, erkek, başörtülü, çağdaş, asker, sivil, bizden, bizden değil… tutturmuşum gidiyorum. Ne güzel.

Orta Asyalı mıyım, hem fehteden hem de fethedilen mi ? Mermer mi, mozaik mi ? Harman mı asil kan mı ? Ah bir şu Etiler ve Kızılderililer Türk olsalar. Türkler zaten, orası tartışılmaz da, ah bir herkesi buna inandırabilsem. Ne kadar güzel olacak değil mi herşey ?

Einstein da Türk olsa Basklar da. Çılgın olsam, beraber Dünya’yı kasıp kavursak, hükmetsem Türk olmayan herkese. Zaten bir kaşık suda boğulurlar, tükürüklerimle.

Üst kimlik olmasa, üstün kimlik olsa, alt kimlik olmasa, alttaki, en alttaki kimlik olsa. Kimlik istiflenen bir şey olsa. “Kim” zoru zamirine –lik ekini oturtsam, odunluk, kömürlük gibi. Ya Türk olsam ya da ölsem. Aradaki fark sadece iki nokta.

Kürtler de Türk olduklarını bir türlü kabul edemediler gitti, halbuki Anayasam bile söylüyor. İnsaf artık, Anayasa ! Kalın harflerle: MADDE 66. – Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür. Var mı itirazı olan ? Doğruyum, çalışkanım diyorsam doğruyumdur, çalışkanımdır. O kadar. Tartışmaya gerek yok.

Sevdiklerim ve dahi sevmediklerim beni hep sevse. Batılılar hep hayran olsalar bana. Ne kadar modernsiniz, aynı bizim gibisiniz, hatta bizden de zengin kültürünüz var deseler. Beni benim istediğim gibi sevseler, hep sevseler, başkasını sevmeseler, sevmeye yeltenmeseler. Benim altımdakiler, içimdekiler, beni, benim istediğim gibi sevmeyince, cezalandırsam, kötülük yapsam, ezsem, ötelesem. Ama onlar beni sevmeye devam etseler, hayran olsalar gene de mağrur gücüme. Tarihin derinliklerinden gelip bir kısrak başı gibi muasır medeniyetlere uzanan tek dişi kalmış canavarıma. Sakın çekip gitmeye, ayrılmaya yeltenmeseler.

Ama ben asla ve kat’a özür dilemesem. Her daim kuyruğu dik tutsam. Özür dilemeye yelteneni derhal hain ilan etsem, hedef göstersem. Sadece benim acılarım olsa, benim travmalarım dikkate alınsa, diğerlerininki yalan olsa, yanlış olsa, yanlış hatırlanıyor olsa, çarpıtılıyor olsa, propaganda olsa, komplo olsa. Yalnız kalsam bu Dünya’da, mümkünse yalnız ve güzel…

3 tarz-ı siyasetçi, Osmanlıcı, İslamcı, Türkçü, üçünü beraber olsam, aynı anda.

Osmanlıcı olsam, alsam avucumun içine Garbı, Şarkı, hükmetsem, hükmetsem, hükmetsem. Fransa Cumhurbaşkanı mektup yazsa bana, gel dese Avrupa Birliği’ne yalvarırım gir, gel ne olur beni kurtar Almanlardan dese, ben de “ben ki Hakanlar Hakanı” diye başlasam cevabıma. Pax Ottomana’yı ben yapsam, herkes bayılsa otoriteme. Herkesi barıştırsam… ben benle barışamasam da.

İslamcı olsam, değerlerime sahip çıksam, elhamdüllilah olsam, hâşâ olsam. İran’a benzemesem ama. Modern İslam olsam, ılımlı olsam, ama gene de taviz vermesem Sunnîliğimden. Alevilik elbette zenginlik olsa, aşure yesem arada sırada, Hacı Bektaş Veli’ye gitsem bayramlarda.  Ama onlar da pek bana bu da bizim dinimizdir demeseler, Cem Evi de neymiş, cem yapılan ev olur, Cem Evi olmaz olsa. Alevilik Ali’yi sevmekse, ben de Aleviyim olsa.

Türkçü olsam, millî olsam, ulusal olsam, birlik olsam, bir olsam, birtek, aynı, tepeden tırnağa safi üniforma olsam, identical olsam. Kimlik demek değil mi bu Frenkçe ? Tek olsam iç ve dış düşmanlarımıza karşı. Her Türk Asker doğsam. Tek vücut, sırf kas.

Yanıbaşımdaki Gayri-Müslimleri kedi sever gibi sevsem, uzaktan. Ah desem, keşke gitmeselerdi İstanbul’dan, İzmir’den şu gökkuşağının renkleri. Zaten Beyoğlu’na da kravatsız girilemezdi olsa. Bu Kürtler gelmeden önce desem, ah desem, İstanbul İstanbul’du, şimdi dev bir köy oldu. Neden gittiler, neden geldiler hiç sormasam. Gittiler mi öldürüldüler mi, geldiler mi öldürüldüler mi, aklıma dahi getirmesem, titresem böyle saçma sapan sorular ucunu gösterince, tir tir.

Ama bu Rum, Ermeni, Yahudi tâifesi da haddini bilse, sevildiğini bilse, misafirperverliğimi sû’i istimâl etmese. Onlar için 66. madde geçerli olmasa. Sussalar, otursalar oturdukları yerde, biblo gibi. Arada şarkı söyleseler, meze yapsalar, fotoğraf çekseler, göğsümü kabartsalar yadellerde. Bu Türkler ne kadar hoşgörülü dese cümle âlem.

Hoşgörülü ama modern! Şık. Klas. Çingene mahallesini fıldır fıldır dönüştürsem, orası turistik olsa. Çingeneler de sadece göbek atsalar. Başka bir hayatları olmasa. Hatta yaşamasalar göbek attıkları zamanların dışında. Rehabilite etsem yeri göğü. Heryer Disneyland gibi olsa. Pembe kesme parke taşlı.

Erkek olsam sürüne sürüne, yiğit olsam, kadınımı sömürgecilerin sömürdüklerini korudukları gibi korusam, kol kanat gersem bu zayıf cinse. At, Avrat, Silah olsa. Arada iki tane çaksam ama onun iyiliği için. Namusuna önem versem. Kimin nerede nasıl başını kıçını örteceğine ben karar versem. Zinhar onun vücudu ona ait olmasa. Zaten kimsenin vücudu kendine ait olmasa. Ne demekmiş o? Hâşâ homoseksüel olmasam. Yok daha neler! Türkçesini bile yazamam, küfür olur. Olanları kovsam sokaklarından, evlerinden, sürüm sürüm süründürsem ellerimde bayraklarla, ağzımda 10. Yıl Marşı. Dağ, taş bayrak olsa, burasının benim olduğuna dair hiçbir şüphem kalmasa.

Şu ben kimim sorusunun yanıtını bulabilsem, ah bir bulabilsem, her şey ne kadar güllük gülistanlık olacak, ben de aya gideceğim, yaya degil, ben de Mersin’e gideceğim tersine degil. Aman eleştiri gibi oldu, lâkin biz bizeyiz, sakın yabancıya böyle şeyler söylemeyiniz. Kol kırılır… değil mi efendim? Zaten her taraf mihrak dolu, içi de var dışı da. Etraf gaflet ve dalâlet içinde olanlara dolu. Ve hatta… Bir izin vermiyorlar ki bulayım kendimi, şöyle bir silkineyim, inleteyim yeri göğü. İşleri güçleri bizi bölmek. Hepsi birleşmiş. 

Ali Teoman Eşikte romanında yazmış[*]. “O anda birden anlıyorsun bunca zamandır aslında yalnızca kendi izini sürdüğünü ve kendi adresine imzasız mektuplar yollamaktan başka bir şey yapmadığını. Hiç ama hiçbir şey”. Anlamasam. Devam etsem böyle ilelebet. Ne güzel.

 Omnia vulnerant, ultima necat


[*] Sel Yayıncılık, 2008

 
Poster un commentaire

Publié par le janvier 4, 2010 dans News

 

Étiquettes : , , , , ,